Genç arkadaşlarımızın kafaları bi hayli karışık. Bazen soruyorlar bana, bir yerden başlamak istiyorum ama nerden? diye. Bir şeyleri değiştirmekten başla diyorum. Kendi hayatını yaşamaktan başla, başkalarının şekillendirdiği hayatı değil…
Bırakın içinde bulunduğumuz dünyanın size dayattıklarını. Kendinizi dinleyin, sorgulayın. İlerde pişman olmamak için sorgulayın, mutlu olmak için sorgulayın, sevdiğiniz işi yapmak için sorgulayın. Unutmayın, hayatta çoğu şey yoruma açıktır. Okuduğunuz bir kitap da verilen tavsiye de sosyal normlar da. Hepimiz birilerinin şekillendirdiği dünyada yaşarız ve çoğu zaman nedenini sorgulamayız bile. Çünkü bize söylenen doğru budur. Dolayısıyla bu doğruların izinden gider, hayatımızı buna göre şekillendiririz. Maalesef bu durum bazı pişmanlıkları da beraberinde getirebilir. Çünkü, başkalarının olması istediği gibi bir hayat yaşamış oluruz, kendi istediğimiz gibi değil.
Kalıplarımızdan çıkamadığımız, sorgulamadığımız ve bir şeyleri değiştirmediğimiz sürece başkalarının dediği yönde, yarattığı algılar çerçevesinde yaşamaya mahkumuz.
Peki, profesyonel hayatta bizi içinde tutan, o şekilde düşünmeye ve yaşamaya iten kalıplaşmış şeyler neler? Bundan sonra yazacaklarım profesyonel hayatın içinde olan ve profesyonel hayata atılmak üzere olan herkesi ilgilendiriyor olmalı.
Öncelikle her şeyin kökenindeki sıkıntı eğitim. Eğitim kavramını komple yanlış anlıyoruz. Eğitim ve öğretimi aynı şeyler sanıyoruz, karıştırıyoruz. Şöyle ki, üniversite bitince eğitim bitmiş olmuyor. Eğitim ömür boyudur, üniversiteden mezun olunca bitmez. Çoğu kimsede gözlemlediğim, üniversiteden mezun olunca her şeyi bildiklerini sanmaları. Size şöyle söyleyeyim, üniversite bitince siz aslında yeni başlıyorsunuz. Hiçbir şey bilmiyorsunuz. Hayat boyu da birçok şeyi bilemeyeceksiniz zaten. Eğitim hayat boyudur. Öğrenmenin sonu yoktur.
Mezun oldunuz. Size söylenen şey, maaşı dolgun, SGK’nızın yattığı kurumsal bir şirkette iş bulmanız olur. Toplumun onay verdiği ve öğrettiği budur. Bu nedenle ayaklarınız geri gitse de kurumsal bir şirkette sevmediğiniz bir işi yapmaya mecbur olmanın doğru olduğunu sanırsınız. Risk almazsınız, almadığınız için de başkalarının onayladığı ama kendinizin istemediği hayatı yaşarsınız. Başkalarının ne düşündüğü, nasıl algılandığınız, kendi düşüncenizden çok daha değerlidir ne de olsa, değil mi?!
Plazaların içinde mesaiyi doldurmak için boş boş 9 saat geçirmektense, günde 4 saat dolu dolu, rahat çalışmak çok daha efektiftir. Ama doğru olarak öğretilen yine 9 saat mesai yapmak, gerekirse mesaiye kalmak.
Herkes girişimci olabilir mi? Ya da olmalı mıdır?
Girişimcilik birçok girişimci adayı için daha fazla popülerite, daha fazla paradır. Ancak girişimci olmak biraz yapı meselesidir. Mesela, para senin için önemliyse ve garanticiysen işin zor. Girişimci riskin sonuçlarını öngörebilen ve bu doğrultuda risk alabilen kişidir. Garantici insandan girişimci olmaz.
Nasıl’ı bilenin daima bir işi olur.
Neden’ini bilen daima kendi işinin patronu olur.
Ralph W. Emerson
Bilgi her zaman edinilir ama deneyim ayrı bir şeydir. Bir şirkete girdikten sonra hemen ayrılamazsın, birkaç sene beklersin. Neden? Çünkü, maymun iştahlı demesinler, biraz daha kalıp deneyim kazanayım en iyisi. Bırak desinler! Deneyim kavramını yanlış anlıyoruz. Aynı yerde 5-10 sene çalışmak deneyim değildir. Farklı yerlerde kısa süreli çalışmış biri, aynı yerde 10 yıl çalışmış birine göre daha deneyimlidir. Aynı şirkette işler belli bir süreden sonra döngüye girer. Farklı şirketlerde farklı işlerde, alanlarda çalışmış, farklı insanlar tanımış birinin bakış açısı daha geniş, tecrübesi daha fazladır.
Peki, nereden başlayacaksın?
“İnanmak başarmanın yarısıdır” sözü doğrudur. İsteğiniz kararlarınızı yönlendirir. Bir şeyi yeterince inanarak isterseniz eninde sonunda olur. Dolayısıyla imkânsız yoktur. Gerçekleştirebileceğimiz hayallerimizi, hedeflerimizi imkansız kılan biz insanlarız.
Başarmanın bir diğer yarısı da çok çalışmaktır. Tek başına inanıp oturduğunuz yerden başarının gelmesini bekliyorsanız boşuna vakit kaybediyorsunuz. Çalışmak değil, çok çalışmak gerekiyor. Yapacağınız işe ne kadar çok kafa yorarsanız beyniniz onunla ilgili o kadar çok yeni nöral bağlantılar kurar. İstediğiniz şey üzerine düşündükçe, kafa yordukça gerçekleşme ihtimalini arttırırsınız.
Duygu ile mantık arasındaki dengeyi de iyi bilmek gerek. Sadece kalbinizin sesini dinleyip hayalperestlik yaparsanız sonunun hayal kırıklığı olma ihtimali yüksektir. Çok fazla rasyonellik de kişinin kendini bastırmasına ve yapabilecek potansiyeli varken garantici davranmasına neden olabiliyor. İkisi de doğru değil aslında. Mantığınız ve duygularınız arasındaki dengeyi iyi bulmanız gerekiyor.
Bir gün ilham vermek için sizin de ilham alacağınız insanlar olmalı. Hayatınızda hep rol model olarak gördüğünüz, ilham aldığınız birileri olsun.
Risk alma konusunda istatistikçi gibi olun.
İstatistik hayattaki kararlarınızda önemli olacak. Bunu istatistikçi olduğum için rahatlıkla söyleyebiliyorum 🙂 Aslında günlük hayatta dahi aldığınız birçok karar bir istatistiksel analizin sonucu. Beyniniz bunu otomatik olarak yapıyor. Farkında olmadan kâr/zarar, artı/eksi, ödül/ceza hesabı yaparak karar almanızı sağlıyor. Eğer bu hesabı biraz da rasyonalize ederseniz olası hataları minimuma indirmiş olursunuz.
Size verilen her tavsiyeyi dinleyin, ama yine kendi bildiğinizi okuyun!
Size her zaman akıl veren insan çok olur. Kimi durumlarda yönlendirici de olur. Ancak yapabileceklerinizi, hayallerinizi, motivasyonlarınızı sizden daha iyi kimse bilemez. Sorgulayın. Benim burada yazdıklarımda da aklınıza uymayan bir şey varsa silin gitsin. Size eşsiz düşünmenizi sağlayacak beyin gibi muhteşem bir organ verilmiş, iyi kullanın. İnsanların dediklerine kulak verin ama yine kendi bildiğinizi okuyun. Tavsiyeleri dinleyin, mantık süzgecinizden geçirin, öyle karar alın. Mantığınıza uymayan bir tavsiyeyi uygulamayın. Önemli olan başkasının ne dediği değil, sizin ne hissettiğinizdir.
Şimdi, bir şeyleri değiştirme ve harekete geçme sırası sende!
#istersenyaparsın